Lider aranıyor!

Kurumların ihtiyaçları değiştikçe liderlik kavramı da gelişiyor ve daha fazla önem kazanıyor. Liderlik, bir organizasyonun hedeflerine ulaşabilmesini sağlamak için insan kaynağını etkin ve verimli bir şekilde yönlendirme becerisidir. Tanımda önemli olan iki anahtar kelime var; birincisi insan kaynağı, ikincisi ise kurumsal hedefler.

Liderin öncelikli görevi organizasyonun stratejik iş amaçlarına ulaşması için bir eylem planı hazırlamaktır. Bundan sonra şirketin entelektüel sermayesi olan insan kaynağını bu amaçlar doğrultusunda harekete geçirmek gelir. Bu etkinin oluşumu için uygun ortam ise ancak liderle diğer çalışanlar arasındaki etkileşim aktif hale geldiğinde mümkün oluyor. Atatürk, Churchill, Kennedy gibi kişisel marka yaratmış ve tarihte iz bırakma başarısını göstermiş kişilerin ortak özelliği, etkileşim içinde oldukları kişilerle aralarındaki iletişimi aktif tutmayı ve onları inandıkları amaç doğrultusunda harekete geçmeye ikna etmeyi başarabilmiş olmalarıdır.

Liderlerin Özellikleri

Lider olan kişiler, bazı özellikleri ile yönetici sınıfından ayrılıyor. Liderleri farklı kılan özelliklerin başında onların yaptıkları işe mantıklarının yanı sıra yüreklerini de koymaları geliyor. Rasyonel olmaları vizyoner olmalarına engel olmuyor. Değişime direnmek yerine yeniliklere açık olmak, yaratıcı fikirleri desteklemek diğer vasıfları arasında yer alıyor. Risk almama riskinden kaçınmak ve cesur kararlar verebilme becerisi otoriterlik yerine kişisel uzmanlıkları ya da saygınlıkları ile iş yapabilmelerini sağlıyor. Otoritenin gücüne sık başvurmamaları ise organizasyon yapısının esnekliğine katkıda bulunuyor ve kurum kültürü içerisinde hiyerarşiden kaynaklanan problemler en aza indirgenmiş oluyor.

Kendini bir futbol takımı antrenörü olarak gören kişi iyi bir lider olabilir. Kendisi aynı zamanda bir oyuncuysa değeri daha da artar. Sahaya ilk giren o olmalı, son çıkan da yine o olmalıdır. Takımın başarısı açısından görüşülebilir olmak ilk şarttır. Zamanı ayarlamak önemli bir ilkedir. İhtiyaçları olduğunda oyuncular lideri bulamıyorsa, işe olan ilgileri azalacaktır. Lider, oyuncuları saptanılan hedefe yaklaştıracak hiçbir hamleyi küçümsemez. Oyunu ya da oyuncularının motivasyonunu bozacak her hareket karşısına dikilip dur diyebilecektir. Buna örnek olarak Fatih Terim’i gösterebiliriz.

Gemisini Kurtaran Kaptan

Liderlikten kastettiğim gemisini kurtaran kaptan olmak ya da organizasyondaki en güçlü, en cesur, en bilgili kişi olmak değil; ama hedefi görmek, vizyonu takımın diğer üyeleriyle paylaşmak, gerekli araçları temin etmek, süreçleri iyileştirmek için gerekli eğitimi sağlamak, karşıt görüşlere karşı azimkâr olmak ve görevin tamamlanması, diğer çalışanların da bunu sahiplenmesi için ilham verebilmektir.

Superman’i düşünecek olursak eğer, kimse ona kriptonit isimli onu güçsüz düşüren maddenin yerini söylemez ya da onu uyarmazdı. O kriptonitin nerede olduğunu anlamak zorundaydı. Gerçek hayattan örnek verecek olursak Boeing firmasının performans artışında büyük öneme sahip Frank Shrontz’u ele alabiliriz. Frank Shrontz üretim maliyetlerini %25 azaltmayı ve 1992 yılında 18 ay süren uçak yapım süresini 1996 yılında 8 aya düşürmeyi hedefledi. Bu vizyonunu diğer yöneticilerle de paylaştı ve şirket bunu benimsedi. Bunu bütün süreçlerdeki iyileştirme çalışmaları izledi. Dizayn ve üretim çalışmaları kökten değiştirildi, şirkette yeniden yapılanmaya gidildi, uçağın değişik bölümleri sırayla değil de paralel olarak üretilmeye başlandı. Sadece iki yıl içinde de bir Boeing 747’nin üretim süresi 18 aydan 10 aya düştü ve maliyetler de azaldı.

Aksiyon Adamı Olmak

Buraya kadar yazdıklarımın hepsinde de temel nokta bir vizyona sahip olmak ve sonra bu doğrultuda insanları harekete geçirmekti. Dolayısıyla insanları harekete geçirmenin yollarına da değinmek istiyorum:

1-Görünüm:Güzellik ya da yakışıklılık değil, güleryüz.

2-Takım oluşturma yeteneği

3-Özgüven

4-Heyecan:Oluşturulan takımın üyelerine aynı coşkuyu yaşatmak.

5-Cesaret verme

6-Önemli olmak:Kurum için bir anlam ifade etmek.

7-İnsan ilişkileri

8-Umut:Her tür değişimin temeli.

9-Vizyon:Geniş ve ileri görüşlülük.

10-Karizma

21. yüzyılın lideri zirveye yalnız başına çıkmayı zafer olarak gören kişi değil, takım olarak oraya ulaşmayı sağlayan kişi olacaktır, tabii kriptonite karşı önlemini aldıktan sonra!

Sözün Özü: Kendini lider zannedenin takip edeni yoksa, o kişi sadece yürüyüşe çıkmıştır. John MAXWELL

 

Hakan TURGUT

Etkili iletişim nasıl olur?

Etkili iletişim kurabilme yeteneği, çalışma yaşamında ve tüm yaşamda, etkisi yadsınamaz ölçüde önemli becerilerden biridir. Açık ve sağlıklı bir iletişim olmadan herhangi bir işi başarmak mümkün değildir. Toplumları dahi birarada tutan iletişimdir. İletişim olmasa, herbirimiz sadece kendi tecrübelerimize dayanarak hareket eden bireyler olur; tek boyutlu değerlendirmeler içinde, yaşamla ilgili hiç bir konuda değişik farkındalıklar geliştiremez ve gelişme kaydedemezdik.

“İletişim Kurma” düşüncesinin doğması, tecrübeleri ve duyguları aktarma yeteneği, insan ırkının gelişmesine olanak vermiş; bilgilerin ve tecrübelerin paylaşılması, sorunların çözümü ve gelişmenin hızlanmasında önemli bir ateşleyici olmuştur.

İş yaşamı açısından değerlendirecek olursak bir şirket, bir insan topluluğundan başka bir şey olmadığına göre, şirket üyelerinin etkili bir iletişim kuramamaları durumunda yaşanacak zaman ve kaynak kaybı, insanlar arasındaki sürtüşmeler, bir takımın, verilen görevi yerine getirme arzusunu köreltir ve ilişkilerin bozulmasına yol açarak kalıcı zararlar yaratır. Yapılan araştırmalar, insanların iş yerlerinde karşılaştıkları problemlerin büyük çoğunluğunun kaynağında kötü iletişimin yattığını göstermektedir.

Bireysel olarak değerlendirdiğimizde, etkili iletişim sahibi olan kişi, diğer bütün becerilerini sonuna kadar kullanma rahatlığını elde etme şansına sahip olur.

İnsanları motive etme, sorumluluk verme, düzenlemeler yapma, sorun çözme ve bilgi toplama becerilerinizin hepsi, başkalarıyla iletişim kurma yeteneğinize doğrudan bağlıdır. Etkili iletişim kuramadıkça, iş ve özel yaşamınızda başarılı olmanın çok güç olduğu bir gerçektir.

İletişim iki yönlü bir süreçtir. Uyanık olduğumuz saatlerin % 80’inden biraz fazlası bilgi alıp vermekle geçmektedir. Bu süreçte, kendi mesajınızı karşı tarafa iletirken, diğerlerinin söylediklerini dinleyip anlamak da önemlidir. Bu yönteme “aktif dinleme” adı verilir. Bunun sonucunda karşınızdakilere istediklerini verebilir ve ihtiyaç duyduğunuz bilgiyi alabilirsiniz.

İletişim becerileri geliştirilebilir. Bunun sonucunda gerçekleştirilen etkili iletişimle birbirimizi dinler, anlar ve böylece daha kaliteli bir etkileşim ve yaşama sürecine sahip olabiliriz.

Aşağıda “İyi İletişimin Getirdikleri” ve “Kötü İletişimin Götürdükleri”nin bir özetini bulabiliriz:

İYİ İLETİŞİMİN GETİRDİKLERİ

* Herkes ne yapması gerektiğini bilir.

* Herkes, neyi neden yaptığını ve bunun kuruluşun hedeflerine ne kadar uyduğunu bilir.

* Kaynaklar, doğru zamanda doğru yerlerde kullanılır.

* İşinizi yapmanız için gerekli bilgilere ulaşabilirsiniz.

* Verimi artırabilecek tüm fikirler iyi karşılanır ve bunlardan yararlanılır.

* İnsanlar becerilerini daha çabuk geliştirirler.

* Sorunlar, kuruluş içindeki bilgi birikimi kullanılarak daha kısa sürede çözülür.

* Kuruluş esnektir ve kısa sürede tepki gösterebilir.

KÖTÜ İLETİŞİMİN GÖTÜRDÜKLERİ

* İnsanlar ne yapmaları gerektiği konusunda açık bir bilgiye sahip değildir: zaman ve kaynak kaybı.

* İnsanlar diğerlerinin söylediklerini yanlış anlarlar: kötü iş ilişkileri.

* İnsanlar fikir ve becerilerini açıklamazlar: beceri geliştirmede yavaşlık, sorunların çözümünün çok zaman alması.

* İnsanlar neyi, neden yaptıklarını bilmezler: yapılan iş üzerinde düşünmeme, bilinç eksikliği.

* Çalışanların morali bozulur: iş değiştirme oranı yükselir.

* Şirket kısa sürede tepki gösteremez ve esnek değildir: müşterilerde kötü izlenim doğması ve bunun sonucunda gelen iş kaybı.

BECERİLERİMİZİ NASIL GELİŞTİREBİLİRİZ?

İletişimin iki ayrı safhasından söz edebiliriz: “İç İletişim” ve “Dış İletişim”.

İç İletişimini sağlayamamış bir kişinin, dış İletişimde yeterli olması, uzun süre sağlıklı iletişimler sürdürmesi mümkün değildir.

İnsanın gerçek beniyle temasa geçmesi, içindeki elementleri (duyguları, içgüdüleri, düşünceleri ) tanıyarak, onları bir ahenk içinde yönlendirmesi sıkı bir çaba gerektirir. Çünkü, “içimizdeki çocuk”, “içgüdüler” ve “ben” farklı arzular ve eğilimler içindedirler.

Kendini bu sorundan çıkaramayan insan, iç zekası ve aklıyla, doğru referanslara/bilgilere sahip olmadığında iletişim sorunu yaşar; senaryolarını tamamen yanlış zemin üzerinde yapılandırabilir. Örneğin: “Farzetmeler/yanlış algılamalar üstüne kendi zihninde senaryolar oluşturma”, “kişisel görüşleri ve önyargılarıyla şartlandığı için karşı tarafı dinlememe”, “kendini ifade etmede karşılaşılan güçlük” ve “kendinle ilişkisizliği nedeniyle güvensizlik” gibi olgular, insanın iletişim çabasında, karşısına önemli engeller olarak çıkmaya devam edecektir.

Dolayısıyla, insanın en önemli uğraşlarından birisi, kendisini tanıması ve iç iletişimini güçlendirmesidir. Çağımızda yoğun olarak yaşanan yalnızlık ve tam bir paylaşımın sağlanamadığı duygusu aslında, kendini tanımayan insanların birbirleriyle sahici ilişkiler kuramamasından ve gerçek anlamda tanışamamalarından kaynaklanmaktadır.

Öte yandan iyi iletişim kuruyor olsanız da, herkesin, herzaman daha da iyi olabileceğini unutmayın. Belki de iyi iletişim kurduğunuzu sanıyor, ancak bu konuda ne kadar başarılı olduğunuzu pek değerlendirmiyorsunuz.

Çocukluğunuzdan beri toplumsal iletişimin içinde bulundunuz. Bu deneyim bazı temel noktaları anlamanıza yardımcı olmuş olabilir. Ancak verimli bir iş iletişimi kurabilmek için, bazı becerilerin ince ayardan geçirilmeleri ve böylelikle istediğiniz mesajın, karşı tarafa istediğiniz biçimde iletilmesini sağlamak gerekir.

İletişim becerinizi geliştirmek için öncelikle sahip olduğunuz düzeyi bilmeniz gerekmektedir. Bunun için kullanacağımız en etkili yöntem, kendimizi daha önceki tecrübelerimizin ışığında değerlendirmektir. Kendimizi değerlendirirken “Güçlü” ve “Güçsüz” yanlarımızı gözden geçirmek için bir kaç soruyla başlayabiliriz?

1. Sözlü olarak iyi iletişim kurabiliyormuyum? Verdiğim mesaj karşı tarafın aldığıyla aynı mı?

Yapılan araştırmalar, başta sözlü iletişim olmak üzere, tüm iletişim yöntemlerinde, bir mesajın ilk iletilişindeki başarı oranının % 50 civarında olduğunu; yani aslında daha dikkat edilmesi gereken pek çok şey olduğunu göstermektedir.

Alıcının mesajı alması ve bunun göndericininkine uygun olması, göndericinin sorumluluğundadır. En basit iletişim biçiminde bile bir dolu etken devreye girer ve birçok sorun yaşanabilir. Mesajı: “doğru zamanda”, “doğru yerde”, “bilginin esasından sapmadan” ve “doğru bir dille” verdiğinizden emin olunuz. Mesajın dilinin, algılanış ve yorumlanış biçimi üzerinde büyük etkisi vardır. Örneğin: “Satış sonuçlarını şimdi bildiriniz” ile “Satış sonuçlarını bana bildiriniz” iki ayrı şey söyler. Mesajınızın önemli olan her şeyi içerdiğinden emin olunuz. Alıcının konuyla ilgili algılayışı sizinkinden farklı olabilir; bu nedenle alıcının, algılama biçiminizi iyi anlamasına yardımcı olun, aranızdaki algılama farklılıklarını hesaba katın ve önem verdiğiniz hususlara dikkat çekin. Başarılı bir mesaj göndermenin üç aşaması vardır:

1.1.Mesajın içeriğini düşünme / hazırlama.

1.2.Mesajın iletilmesi.

1.3.Mesajın anlaşıldığının teyidi.

2. İyi bir dinleyici miyim?

İletişimin en önemli bölümlerinden birisi de başkalarının söylemek istediklerini dinlemektir. Eğer iyi dinlemezseniz önemli bilgi parçalarını kaçırırsınız. Belki de en önemli bilgi, sizin dinlemeye ara verdiğiniz kısımda saklıdır.

“Dinlemek” düşünüldüğü kadar kolay değildir. Karşınızdakinin söylediklerine tam olarak konsantre olabilmek ve ne demek istediğini kesin olarak anlamak çaba ve deneyim gerektirir. Çoğu kişi, daha ilk birkaç cümleyi duyar duymaz karşılarındakinin ne demek istediğini anladığını sanır.

En önemli bilginin genellikle en sonda saklı olduğunu unutmayın ve karşınızdakinin sözünü kesmemeye özen gösterin.Eğer mümkün olabilirse, hem söylenenleri, hem de bunların gerisindeki duyguları dinleyin ve bunları yaparken göz temasını korumaya özen gösterin.

Gerektiğinde, netleşmek için soru yöneltin. Konuşmacı sözünü bitirene kadar onun hakkında yargıya varmaktan kaçının. Söylenenlerin mantığını değerlendirmek için bilinçli bir çaba harcayın.

Şimdi, “Aktif Dinleme”nin özelliklerine bir göz atalım:

* Konuşmak ihtiyacında olan kişiye ilgi gösterin.

* Konuşmacı sözünü bitirene kadar dinleyin, genellikle en son kelimeler en önemlileridir.

* Dikkatinizi belli edin, başınızla onaylayın, göz teması sağlayın.

* Göndericinin ilettiği mesajı doğru olarak alıp almadığınızı kontrol edin.

* Gerekiyorsa göndericiye fikirlerini kurgulayabilmesi için yardımcı olun.

* Göndericinin tezine dayanın, kendi düşüncelerinizi ikame etmeyin.

* Kişisel görüşlerinizin dinlemenizi engellemesine izin vermeyin.

* Gevşeyin, rahatken daha iyi dinlersiniz.

3. Yazılı çalışmalarım ne kadar başarılı?

Sözlü iletişimi yöneten bazı temel ilkeler, yazılı iletişim için de geçerlidir. Karşı tarafa iletmek istediğiniz mesajı kararlaştırmalı, iletim yöntemini seçmeli ve iletimi gerçekleştirmelisiniz. Sözlü mesajlarda olduğu gibi, yazılı mesajların da doğru anlaşıldıklarını kontrol etmek önemlidir.

Kullanacağınız başlıca yazılı iletişim biçimleri mektuplar, notlar (e-posta dahil) ve raporlardır. Başlamadan önce yazınızın amacını açık olarak belirleyin: Kendi kendinize “Bu mektupla neyi amaçlıyorum?” sorusunu sorun. Söylemek istediklerinizi alıcının anlayabileceği sade bir dil ve yöntem kullanarak anlatmaya özen gösterin. Mümkün olduğunca teknik terimler kullanmayın ve alıcının hangi sonuca varmak istediğiniz konusunda kuşkuya düşmesine fırsat vermeyin.

Mektuba başlamadan önce, Rudyard Kipling’e ait “Altı Dürüst Adam”ın sözlerini hatırlamanız size çok yardımcı olacaktır: “Bana hizmet eden altı dürüst adam var. Bana bütün bildiklerimi onlar öğrettiler. Adları: “Ne?” , “Neden?” , “Ne zaman?”, “Nasıl?”, “Nerede?”, “Kim?”. Bu başlıklardan yola çıkarak başladığımız yazımızda şu soruları sormalı ve mektubumuzun içinde bunların cevaplarının anlatılıp, anlatılmadığından emin olmalıyız: “Ne elde etmek istiyorum?”, “Bunu neden istiyorum?”, “Ne zaman?”, “Nasıl?”.

Yazılı bir mesajdan sonra yapılacak sözlü bir kontrol yerinde bir önlem olacaktır.

ETKİLİ GERİ BİLDİRİM NEDİR?

Herhangi bir şey planlıyor ya da düzenliyorsanız, planladığınız ya da düzenlediğiniz şeyin mümkün olan en iyi ve doğru şekilde yapılmasının yolu, iki yönlü iletişimden geçer. Başarılı bir takım yönetmek ya da iş arkadaşlarınızla başarılı bir iş ortaklığı sağlamak arzusundaysanız, takım arkadaşlarınızın size vereceği geri bilginin önemi büyüktür. İki yönlü iletişim karşılıklı güvenin ürünüdür. “Bu konuda sizin görüşleriniz neler?” sorusu iyi fikirleri ortaya çıkaracak en etkili sorudur. Aynı zamanda grubun toplam verim kalitesini ve motivasyonunu önemli ölçüde artırır. Çoğumuz, şirketimize ya da takımımıza yararlı fikirlerimiz olduğu halde, herhangi bir engel nedeniyle kendimizi bu düşüncelerimizi açıklayamayacak durumda bulmuşuzdur. İletişimin işlevini yerine getirebilmesi için bu durumun ortadan kaldırılması gereklidir. Yeterli geri bildirim almak takım yöneticisinin sorumluluğundadır. İnsanlara, yanlış yapılanlar ya da düzeltilmesi gereken işler hakkında düşündüklerini, neden yöneticilerine/patronlarına iletmedikleri sorulduğunda çoğu, yöneticilerinin/patronlarının onların verdiği bilgilere ilgi göstermediklerini söylemektedirler. Bu büyük olasılıkla, herhangi bir takımın iyi çalışma fırsatını yok eden, affedilmez bir hatadır. İşyerlerinde, bu hataya düşmemek için, iki yönlü iletişimi teşvik eden bir takım kültürü geliştirilmesinde fevkalade yarar bulunmaktadır.

Şimdi, etkili geri bildirimin kazandırdıklarına bir göz atalım:

* Karar almak için daha iyi ve daha çok bilgi sağlar.

* Bilgi ve talimatların anlaşılıp anlaşılmadığını, uygulanıp uygulanmadığını denetler.

* Çalışanlara verimlerini kısıtlayan sorunlar için çözüm üretme fırsatını verir.

* Çalışanların tatmin duygusunu, motivasyonunu ve verimini artırır.

Şimdi de, geri bildirimin önündeki başlıca engellere bir bakalım:

* Yönetici/patron bilgi istemedi, ya da yanına yaklaşmak olanaksızdı.

* Yönetici/patron benim söylediklerimi genellikle dinlemiyor.

* Kimse bilgilenmek istemiyor.

* Çalışanlar çok genç ya da deneyimsiz olduklarını düşündüler. Fikirlerinin ciddiye alınmayacağından çekindiler.

* Geri bildirim verme fırsatı yoktu.

* Yöneticiyle/patronla çelişkiye düşme korkusu.

Bu engelleri ortadan kaldırmak için çaba harcanmazsa, takımın motivasyonu azalacak, gereksiz zaman ve kaynak kaybı yaşanacaktır.

TELEFONLA İLETİŞİM

Günümüz dünyasının iletişim ağı içinde telefonun yaşamsal önemi devam etmektedir. İletişim bakımından, bu mühendislik harikası kadar önemli bir başka şey de, insanların onu ne kadar kötü kullandığı ve zamanlarını verimsiz telefon konuşmalarında harcamaktan bıktıklarıdır.

Telefon konuşması “Tam olmayan bir iletişim ortamında, tam bir iletişim kurmaya çalışmaktır”. Telefonla iletişim süreci, birbirleriyle anlaşmaya çalışan iki insanı içerir. İletişim sırasında her iki taraf, bazen “mesaj gönderen”, bazen de “mesaj alan” rolünü üstlenir. Bir taraf mesajını kodlayıp gönderirken, diğer taraf bunu alıp deşifre eder. Yani anlam, bu süreç içinde filtrelerden geçer; taraflar çeşitli engel ve güçlüklerin üstesinden gelmeye çalışırlar. İletişimin önemli bir parçası olan “görsel ipuçları”nın bulunmadığı bu karmaşık süreçte, “söz” üzerindeki kontrol yitirildiği zaman sorunların ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Telefonla konuşmak bir iletişim çabasından başka bir şey olmadığına göre, telefonla konuşmalarımızda daha fazla kontrol sağlamak için bu karmaşık süreci nasıl ele alabiliriz?

Telefon görüşmelerinin etkili olması, sözcükleri etkili kullanmayı gerektirir. Bu ise, geniş bir sözcük dağarcığının dikkatli bir şekilde kullanılması anlamına gelir. Konuşma düzeyinizi, karşınızdakinin eğitim ve bilgi düzeyi belirlemelidir. Diğer kişiye uygun bir dil kullanmadığınız takdirde, diyaloğu yitirme riski büyüktür. Karşınızdakinin anlayacağından emin olmadıkça teknik bir dil ya da jargon kullanmaktan kaçının. Size çok basit ve doğal görünen birşey, başka birisine yabancı gelebilir.

“Söylediklerinizi doğru anladıysam…” ya da “Bana öyle geldi ki…” gibi ifadelerle başlayan yorumlar, konuştuğunuz kişiyi anlamaya çalışma sorumluluğu duyduğunuzu gösterir. Diğer kişiyi anlama çabasında olduğunuzu göstermek çok önemlidir. İnsanlar, sözlerinin ve duygularının anlaşılmasını isterler ve genellikle, dinlendikleri zaman dinlerler.

Etkili telefon görüşmeleri yapmak, etkin bir şekilde dinleyerek konuşmayı kontrol edip yönlendirmek demektir. Burada bahsedilen kontrol, egemenlikle karıştırılmaması gereken ve dinleyen, saygı gösteren ve gerektiğinde konuşmayı yönlendiren bir kontroldür.

Telefonla iletişimde önemli diğer bir kaç hususa göz atalım:

* Arayan sizseniz, öncelikle kendinizi tanıtın. Karşınızdakinin durumunun konuşmak için uygun olup olmadığını öğrenin.

* Telefonunuzu en çok dört kere çaldırın ve gülümseyerek açın. Tebesümle beraber harekete geçecek yüz kaslarınız ses tonunuzu etkileyecek, kulağa daha olumlu gelmesini sağlayacaktır.

* Konuşma hızınızı ve ses değişimlerinizi iyi ayarlayın. Çok hızlı ya da monotonluk derecesinde yavaş konuşmaktan sakının. Sesinizin kalınlığını ve yüksekliğini, uygun zamanlarda değiştirerek, konuşmanıza dinamizm kazandırın.

* İyi bir sebep olmadıkça, diğer kişinin sözünü kesmeyin.

* Bir konuşmayı başkasına aktarmadan ya da bekletmeye almadan önce, karşınızdakini, ne yapacağınız konusunda bilgilendirin.

* Öfkeye, öfkeyle yanıt vermeyin.

* Diğer kişinin söyledikleri ve ihtiyaçlarını anlamak için çaba gösterin.

* Suskunluk en iyi yanıt olduğunda, susup dinleyin.

* Konuşmayı adeta bir “sözlü el sıkışma” şeklinde bitirmeye dikkat edin.

SONUÇ

İnsanlar ya edindikleri bilgiler, ya da deneme-yanılma yöntemleriyle öğrenirler. Deneme-yanılma yöntemi, özellikle zaman bakımından savurgan bir sistemdir; esas olan bilgi edinimi ve sağlıklı bir aktarım yolunu elde etmektir. İçinde bulunduğunuz takım “öğrenen takım” olmayı hedeflemiş ve açık bir iletişimi benimsemişse; hem bireysel, hem de takım olarak kazanımlar büyük olacaktır. Bir aile ya da şirket içindeki iletişimin, -insanların mesajlarını karşı tarafa gerçek anlamda iletebilme oranının- ailenin ya da kuruluşun yaşama / çalışma biçimini belirlediğini öne sürmek abartma olmaz. Eğer etkili iletişim varsa, insanlar birarada daha mutlu yaşayıp daha verimli çalışacaklardır.

Jale Önder

Başarı mı, erdem mi?

Erdemsiz başarı mı, ya da erdemli başarısızlık mı?

Zorda kalsanız ve sadece birisini tercih etme hakkınız olsa, hangisini tercih ederdiniz?

Toplam kalite, kalite çemberleri, ekip çalışması vb. dayanışma içerikli kavramlar sürekli olarak burnumuza dayatılsa da, aslında çoğu iş ortamında hala bireysel rekabet –gizli ya da açık bir şekilde- sürmekte. Çiçeği burnunda mezunlara dahi, “Nasıl lider olunur?” muzır neşriyatı ile aşılanan bu rekabet, kabul edilse de edilmese de çoğu yerde şirket içi üretimin ve hizmetin kalitesini artırıcı bir unsur olarak kullanılıyor. Ama rekabetin dizginlenemediği sınırların ötesinden gelen bu başarı, çoğu zaman -her yolu denediği- için erdemi de arkasında unutuyor.

Sonuçta çevremizde, işlerinde başarılı ancak etik değerler söz konusu olduğunda aynı nitelikleri taşımayan, hırslı, acımasız ve başarılı olabilmek için erdemi unutmak zorunda kalan insanların sayısı artmaya başlıyor.

Peki aslında, literatür de bunu tavsiye etmiyor mu?

Zamanınızı en verimli şekilde nasıl değerlendirirsinizden tutun, hızlı toplantı yapma, telefonla doğru konuşma, hızlı öğrenme, hızlı okuma, liderlik, motivasyon, iletişim, bilmem kaç derste kişisel başarı, işlerinizi doğru planlama, patronunuzu ikna etme ve bilimum metodları anlatan sürüsüne bereket yayın var, ama çok azında başarı ve erdem karşı karşıya getirilmiş.Gittikçe pop kültürün içinde boğulan yaşam tarzımızda aradığımız bu hezeyan, artık okumaya zamanımızın olmadığı felsefe kitaplarında unutulmaya mahkum kalıyor.

Demek istediğim, bugün sadece başarı öykülerini okuyoruz, bedellerini değil. Zaten bunu da kimse yazmıyor ki!

Hayır!

En başlara dönüp, Incil’den, ya da Kuran’dan, erdem ya da şeytan üzerine laflar etmeyeceğim. Orhan Hançerlioğlu’nun klasiği “Erdem açısından düşünce tarihi” adlı kitabından uzun alıntılar da yapmayacağım. Daha politize olmuş söylemlerin ve başarıya giden “mübah” yolların adamı Machiavelli’den de bahsetmiyeceğim. Ya da milyonlarca vatandaşını peşi sıra takabildiği için aslında taktik açıdan başarılı sayılması gereken, ama insanlık suçuna muhatap Hitler’i ve generalleri anmayacağım.

Çok daha sıradan örnekler vereceğim.

Örneğin Newton’dan bahsedeceğim. Kraliyet gökbilimcisi John Flamsteed’in çalışmalarına zorla el koymaya çalışmasından, Alman filozof Leibniz’i kötüleyip, Newton’u savunan yazıların gizli yazarının aslında bizzat kendisinin olmasından, Kraliyet Darphanesi Müdürlüğü ünvanıyla darağacına yolladığı kişilerden bahsedeceğim. O Newton ki, fizik alanında bugüne kadar yazılan en büyük eserlerden Principia Mathematica’nın yazarı olarak tanıyoruz kendisini (1).

Örneğin tıbbın en büyük on buluşunun sahiplerinden bahsedeceğim. Harvey, Vesalius, Leeuwenhoek, Watson, Crick, Röntgen ve diğerlerinden. Eşleri ve çocuklarıyla pek ilgilenmeyen bu dahilerin çoğunun kişiliklerinin sert ve birlikte seyahat edilemiyecek kadar egoist olduğundan bahsedeceğim(2).

Örneğin James Natcwey’den bahsedeceğim. Amerika’nın ve dünyanın en büyük savaş fotoğrafçısı olan; her yıl aynı performansta fotoğraf çekerek Amerika’nın en büyük ödüllerini ödülleri alan; her gece sekizde yatıp, her sabah altıda kalkarak Central Park’ta on kilometre koşan; ama özel hayatına da kimseyi sokmayan ve hatta bir fotoğraf bile çektirmeyerek başarılarının sırrını paylaşmayan bir adamdan bahsedeceğim (3).

Örneğin 1996 yılının Everest fatihleri Hanada ve Şigekava’dan bahsedeceğim.

Sekizbin metre yükseklikte fırtınalı zirveye yaklaşmışken, tepede mahsur kalarak donmayı bekleyen iki dağcıyı görmelerine rağmen, onlara yardım elini uzatmak şöyle dursun, bir an bile durmadan yanlarından geçerek yollarına devam eden ve dönüş yolunda yine aynı şeyi yapan dağcılardan bahsedeceğim (4).

Peki açlıktan ölmek üzere olan küçük bir çocuğun başında bekleyen akbabayı, kadraja en iyi bir şekilde yerleştirmek için uzun süre bir köşede sessizce bekleyen, ardından bu fotoğrafı ile ödül alan fotoğrafçı sizce başarılı mı? Acaba kızı kurtarmaya çalışmayıp ta, ölümü fotoğraflamaya çalıştığını anladığı an, u “başarı” ona çok ağır geldiği için mi bir süre sonra intihar etti o?

Peki işini ancak çocuğunun doğacağı gün –o da doğumu yapabilmek için- bırakıp, bir iki hafta sonra tekrar işine geri dönen kadın yönetici, sizce başarılı mı?

Peki mesleklerinin zirvesindeyken herşeyi bırakıp inzivaya çekilen ya da Harley Davidson’larına binerek bu diyardan uzaklaşan üst düzey şirket yöneticileri, sizce başarılılar mı? Onlar başarı hakkında ne düşünüyorlar acaba? Keşke bulup onlara sorabilseydim, “ne oldu?”.

Yoksa en başa dönüp, soruyu şöyle mi sormalıyım:

Başarıyı değerli kılan nedir?

Dr. Uğur Tandoğan yurtdışında doktorasını yaptıktan sonra yurda geri dönmüştür. Bir akşam üstü Bakırköy sahilinde tanıdık bir yüz görmek isteğiyle yürürken, elinde bir lokantaya yetiştirmek üzere taşıdığı baklava tepsisi, hızlı adımlarla yürüyen Selim’le karşılaşır. Yıllar önce lise sıralarında iken, ona ağabey diye seslenen, ona hep saygıyla yaklaşan Selim’dir bu. Liseler arası bilgi yarışmalarında yarışırken, üniversiteyi kazandığının ertesinde ve aynı üniversitede asistan olduktan sonra ona hep saygı ve gıpta ile bakan Selim de onu tanımıştır. Dr. Uğur Tandoğan’ın yanından aceleyle geçerken sorar, “Hayatta muvaffak oldunuz mu?” ve kalabalıklar arasında kaybolur.

Sonrasını Dr. Uğur Tandoğan’a bırakıyorum:

"Şu ana kadar kimse bana böylesine doğrudan ve böylesine veciz bir soru sormadı. Hayatta muvaffak oldunuz mu? Hala cevabını verebilmiş değilim. Ne zaman baklava tepsisi ile birisini görsem, yine bana bu soruyu soracak diye telaşlanıyorum" (5)

Başarının tanımı gerçekten zor.

Bedellerini unutmak istediğimiz ya da anımsamaktan gurur duyacağımız başarılarımız da var.

Erdem ve başarıyı yanyana koyduğumuzda ise, sanırım sorumuzun yanıtı, insanların başardığımız işlere ve hatta başaramadıklarımıza saygı duyuyor olmalarında yatıyor. İnsanlar başarılarımızdan yarar sağladıkları ölçüde, ödediğimiz bedele de saygı duyuyorlarsa, o zaman başarılı sayılabiliriz.

 

Kaynak: Human Resources Dergisi.

Yöneticilerin kendi aralarındaki ilişkileri

Yİnsan kaynakları disiplininde genellikle yöneticiler ve astlar arasındaki ilişkilerden ve sorunlardan bahsedilir. Yöneticilerin kendi aralarındaki ilişkilerden konuşulduğu pek vaki değildir. Hele hele bu ilişkilerin olumsuz olma durumunda, sonuçlarının şirket çalışanlarına nasıl yansıdığı konusu ise, bugüne kadar adeta tabu olarak kalmıştır.

Aşağıdaki öyküde bu konuya değinilmeye çalışılmış, son yorum gerçek hayatta benzer durumları yaşamış ve yaşamakta olanlara bırakılmıştır.

ZOR KÖY

"Zor Köy", bereketli topraklar üzerinde, uçsuz bucaksız pirinç tarlalarıyla tanınan, yörenin en eski köylerinden birisiydi. Köylünün tek geçim kaynağı olan bu pirinç tarlaları, çok uzaklardan su taşıyan sulama kanallarıyla beslenirdi. Köylü her yıl bu tarlalarda ailecek mahsule çıkar, buradan kazandığı parayla kıt kanaat geçimini sağlardı.

Hacı amca, "Zor Köy"ün ikinci yöneticisiydi. Kendisi köylünün sevdiği, görmüş geçirmiş, yılların kurdu sayılabilecek ve hoş sohbet birisiydi. Köyün birinci yöneticisine başarısız olduğu gerekçesiyle merkezi idare tarafından, kısa bir süre önce işten el çektirilmişti. Çünkü köyün durumu kötü sayılırdı. Pirinç tarlalarının su kaynakları kurumaya yüz tutmuş, suları taşıyan kanallar çürümüş, harabe haline gelmiş, tüm bu sorunlara bir çare bulunamamıştı. Köylü ise elinde avucunda ne varsa tüketmiş, artık yöneticilerin eline bakmaktaydı.

İdare de durumdan haberdar olduğu için, -artık hangi düşünceyle bilinmez, herhalde Hacı amcaya yardım olsun diye- üç yönetici daha yollamıştı "Zor Köy"e.

İnsanların niyetleri alınlarında yazmıyor ya, bu üç yönetici de sözleşmişler sanki, üç haramiler olup çıkmışlar, gelir gelmez Hacı amcaya karşı cephe almışlardı. Hacı amcanın eski güzel günleri yoktu artık. Her gün bir başka neden yüzünden, üç haramilerle tartışıyordu. İşler giderek o boyuta vardı ki, kuruyan tarlaları, çürüyen su kanallarını düşünen kimse yoktu artık. Her gün tartışılan sadece, "köyün neresi, kimin sorumluluğunda olmalı?" sorusunun yanıtı idi.

Sonunda Hacı amca adeta küstü, elini eteğini işlerden çekti. Sadece önüne konan evraklarla ilgilenmeye başladı. Sanki bir şeyler bekliyordu. Ama ne beklediğini de kimseye söylemedi.

Üç haramiler ise artık tarlaların ve kanalların sorumluluğunu ellerine almışlardı. Ancak hemen ardından unuttukları bir gerçekle de yüzyüze geldiler. Bu işi bilmiyorlardı. Yiğitliklerine de toz kondurmayıp, bir şeylere çabalıyorlar, çabaladıkça da batıyorlardı. Öncelikle kanalları tamir etmek gerekiyordu. Nasıl tamir edeceklerini bilmedikleri için, yarım yamalak bir şeyler yaptılar, olmadı. Bu sefer herşeyi bir kalemde silip, yeni kanallar kurmayı düşündüler. Ancak yeterli paraları yoktu. Sonra kanalları bırakıp, kuruyan su kaynaklarını iyileştirmeye çalıştılar. Suyu zaten azalmış kuyulara toprak kaçırıp, iyice kuruttular, suyunu kirlettiler.

Köylünün derdi, artık başında kimin bulunduğu değildi. O sadece tarlalarından bir an önce ürün alabilmek istiyordu. (Aslında idare de bunu istiyordu).

Köylü önce üç haramileri dinledi. Baktı olacak gibi değil, Hacı amcaya yalvar yakar oldu. Bu kanalları onarmasını, kuyuları daha derine açmasını bir o biliyordu. Şahsen yapmasa bile en azından "ben de bu işte varım" diyebilirdi. Çevre köylerden tanıdıklarını bu iş için çağırabilirdi. Ama Hacı amca köyün eski günlerine kavuşması için hiç elini uzatmadı, kendi kabuğuna çekildi, köyün önemsiz sorunlarıyla ilgilendi, ya da ilgilenir gözüktü. Belli ki üç haramiler onu çok üzmüşlerdi.

İdare'nin, üç haramilerin Hacı amcayı üzdüğünden, Hacı amcanın da onların şahsında köyün sorunlarına küstüğünden haberi var mıydı, bilmiyoruz. Olsa ne derdi, onu da bilmiyoruz. Bildiğimiz, bu durumun uzunca bir süre böyle devam ettiği.

Bu öykü, farklı yer ve adlar altında, gerçekten yaşanmıştır. Şimdi, isimleri bir de siz değiştirin. "Zor Köy"ün yerine bir şirket, Hacı amcanın yerine de bir yöneticiyi ya da kendinizi koyun. Ve durup, düşünün. Kaçınızın başından yukarıdaki gibi bir öykü geçti? Kaçınız Hacı amca gibi davrandınız? Başınızda ya da yanınızda, sizinle aynı işi paylaşan ve işten anlamayan insanlarla karşılaştığınızda ne yaptınız? Bırakıp tökezlemesini mi beklediniz, yoksa yardımcı olup, "köyünüzün âli menfaatlerini" mi düşündünüz? Ve bu koşullarda işinizi ne kadar sürdürebildiniz?

Öykünün sonunu merak ettiyseniz, anlatayım. Bu işi layıkıyla yapamacakları artık ayan beyan belli olan üç haramiler, bir sabah idare tarafından işten atıldılar. Hem de üçü, aynı anda. Hacı amca artık birinci yönetici. O ve köylüleri, çok mutlu.

Hacı amcanın köyünden, o zor günlerde göçen bir köylü var, geçen gün bana geldi. Mutlu sonu duymuştu ancak geri dönmek te istemiyordu. Köyünü seviyordu. Bir kaç harami yüzünden köylünün sorunlarına kulak tıkayan ya da tıkamak zorunda kalan Hacı amcayı ise sevip sevmeyeceğini henüz bilemiyordu.


BT-Haber Gazetesi